Atatürk, Brecht ve Kahramanlar

Bence Atatürk, Bertolt Brecht’i tanısa çok severdi. Özellikle de Brecht’in kahramanlık ve kahramanlaştırma konularındaki fikirlerinden ötürü. Örneğin Brecht bir oyununda şu diyalogu yazmış:

Andrea: “Kahramanı olmayan ülke ne mutsuz bir ülkedir.”

Galileo: “Hayır, kahramana ihtiyaç duyan bir ülke mutsuz bir ülkedir.”

Quotation-Hilary-West-heroes-land-life-needs-Meetville-Quotes-171532

Biz bugün çoğumuz için haklı olarak bir “kahraman” olan Atatürk’ün uyanmasını, yeniden can bulup bizi olup biten her şeyden bir kere daha kurtarmasını, memnun olmadığımız iktidarı yerinden etmesini, uzun süredir hasretini çektiğimiz laik ve modern bir toplumu, hem de 21. yüzyıla uygun şekilde inşa etmesini, yani kısacası işleri bizim için yola koyup bizi yeniden rahata erdirmesini diliyoruz, bekliyoruz.

Kahramanlara ne çok görev yüklüyoruz farkında mısınız?

Çünkü çocukluk çağındaki her toplum gibi biz de kahramanlara hâlâ ihtiyaç duyuyoruz. Oysa Atatürk, ülkesini ve halkını gerçekten seven ve refahını isteyen pek çok diğer lider gibi, kahramanlara ihtiyaç duymayan bir toplum yaratmaya çalışmıştı. Mesela onun “altın nesil” anlayışı şuydu:

“Müspet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir alanında olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kuvvetli bir nesil yetiştirmek ana siyasetimizdir”

Atatürk’ün, son dönem Osmanlı toplumunun kahramanlaştırdığı ya da kendi kendilerini kahramanlaştıran şeyh, derviş, baba gibi unvanlarla anılan, çoğu din adamı bile sayılamayacak kadar bilgisiz bir takım insanlara tepkisinin bir boyutu da buydu. Yani örgütlü cehaletin, kendini halkın gözünde kahramanlaştırarak onu maddi manevi sömürmesineydi tepkisi. Ne diyordu, hatırlarsınız:

“Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır.”

Henüz hayattayken bile kendisini kahramanlaştıran, hatta ilahlaştıran insanlar vardı çevresinde. Oysa o demişti ki “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır.” Peki, sizce Türkiye Cumhuriyeti ilelebet gerçekten yaşayacak mıdır? İşte orası kahramanlarımıza, onlara atadığımız görevlere, yüklediğimiz anlamlara değil, bize bağlı.

Sizce bugün, hâlâ umutsuzca kendisine ve anısına bel bağlamakla kaldığımızı görse bundan sevinç mi duyacaktı?

Bir gün, “geldikleri gibi gidecekler” ve biz, yine kendi kendimizle baş başa kalacağız. Hiçbir kahramanımız da dirilmeyecek. Biz kendimiz, kendi çapımızda kahramanlıklar yapmaya gönüllü müyüz?

Hayalini kurduğumuz toplumun, hayatın yapı taşlarını oluşturmak için bugün ne yapıyoruz?

Çokkültürlü, çok dilli, çok etnisiteli ülkemizde, kimseleri ötekileştirmeden, savaş naraları atmadan, barış ve huzur içinde yaşayabilecek miyiz?

Bugün maruz kaldığımız baskı ve dayatmaların benzerleriyle yarın toplumun başka kesimleri karşılaştığında yine ses çıkaracak mıyız?

İşte bu tamamen kendi içimizdeki kahramanca potansiyel ile ilgili. Kapasitemiz neyse, kaderimiz de o olacak. Hayırlısı.

Son kez Brecht’e dönelim. Diyor ki: “Büyük sıçrayışları gerçekleştirmek isteyenler birkaç adım geri gitmek zorundadır. Bugün, yarına dünden beslenerek yol alır.”

Bizim geri gidişimiz birkaç adımı geçti, birkaç yüzyıla ulaştı maşallah. Dünden yeterince ders alabilirsek, yeni nesiller için güzel bir gelecek de kurabiliriz demektir.

Büyük, gerçek ve kahramanca sıçrayışlar bizlerin olsun umarım.

Sevgiler

Ceren

Tagged on: , ,

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.