İngiltere Kraliçesi I.Elizabeth
Kraliçe I. Elizabeth (7 Eylül 1533 – 24 Mart 1603), dünyanın en büyük deniz gücü olan İspanyol donanması Armada’ya korsanlarıyla birlikte kafa tuttu. Ülkesindeki Protestan-Katolik çatışmasına son vermek için elinden geleni yaptı. Engizisyon mahkemelerini işlevsizleştirdi. Papa tarafından aforoz edildi. Ardında zengin, güçlü ve itibarlı bir ülke bıraktı.
Philippe-Jacques de Loutherbourg-Armadanın Yenilişi
Kraliçe I. Elizabeth, İngiltere ve İrlanda kraliçesi Tudor Hanedanı’nın beşinci ve son temsilcisiydi. 16. yüzyıl İngiltere’sinde hüküm sürmüş, icraatlarıyla hem halkının şefkatli annesi hem de düşmanlarının korkulu rüyası olmuştu. Hiç evlenmemiş olması nedeniyle halk onu “Bakire Kraliçe” olarak isimlendirdi. Kardeşleri onu tahtları ve iktidarları için daima bir tehdit olarak görüp türlü bahanelerle sorgular ve gözünü korkutmaya çalışırlarken, o hakkı olan dışında hiçbir şey istemedi; her iki kardeşine de asla ihanet etmedi. Elizabeth İngiltere halkını ikiye bölen, binlerce insanın ölümüne neden olan Protestan-Katolik çatışmalarına bir son vermek için uğraşmış, Katolik Kilisesi’nin ülke üzerindeki olumsuz ve yıkıcı etkisini tamamen yok etmeye uğraşmış ve babasının kurduğu dünyanın ilk ulusal kilisesi olan Anglikan Kilisesi’nin kurumsallaşmasını ve etkisini artırmasını sağlamıştı. O dönemde dünyanın en büyük deniz gücü olan İspanyol donanması Armada’yı, İngiliz korsanlarıyla iş birliği yaparak 1558’de kıyılarından geri püskürttü. İngiliz ulusal kimliği onun döneminde şekillendi. Christopher Marlowe ve William Shakespeare’in yazdığı eserlerle İngiliz tiyatrosu onun döneminde kuruldu. İngiltere’yi 44 yıl boyunca hoşgörüsü ve özgürlükçü eğilimlerini ifade eden “Video et taceo” [I see, and say nothing] yani “Görüyorum ve ses çıkarmıyorum” mottosuyla yönetti.
Kadıncağız boğuluyor gibi duruyor ya :/
Elizabeth, 7 Eylül 1533’de Greenwich Sarayı’nda bir prenses olarak doğdu. Babası, Anglikan Kilisesi’nin kurucusu VIII. Henry, annesi Anne Boleyn’di. Babası, ilk karısı Aragonlu Catherine’den boşanıp annesiyle evlenebilmek için dönemin en önemli otoritesi olan Papa ile ters düşmüştü. Boşanmalarına dini açıdan onay vermeyen Papa karşısında babası, kendisini Anglikan Kilisesi’nin başı ilan etmiş, her tür dini kararda son sözü söyleme yetkisini yalnızca kendisine tanımış, böylece boşanmayı gerçekleştirerek Elizabeth’in annesiyle evlenmişti. Babasının, ilk eşinden boşanmasının en önemli nedeni ise Catherine’in ona bir erkek varis verememiş olmasıydı. Catherine’in doğurduğu beş çocuktan yalnızca biri hayatta kalmıştı ve bu bir kızdı; gelecekte Elizabeth’in ölüm korkusu içinde yaşamasına neden olacak Mary Tudor.
Annesi, Elizabeth 2,5 yaşındayken ihanet suçuyla idam edildi
Elizabeth’in babası VIII. Henry, ikinci eşi Anne’le evlendiğinde o sırada hamile olan yeni kraliçenin ona bir erkek varis doğuracağına emindi. Fakat doğa bildiğini okudu, 7 Eylül 1533’de Elizabeth dünyaya geldi. Tüm hazırlıkları bir erkek çocuğa uygun şekilde yaptıran VIII. Henry, bu kızıl saçlı kız bebeğin doğumuyla büyük bir hayal kırıklığına uğradı. O zamana kadar İngiltere sarayında ciddi bir ağırlığı olan Anne ise gözden düşmeye başladı. Sonraki iki hamileliği de düşükle sonuçlanınca Kral VIII. Henry, kendisine erkek bir varis doğuramayan Anne’i cadılık, büyücülük ve ihanetle suçlayarak idam cezasına mahkûm ettirdi. 19 Mayıs 1536’da annesinin başı kesildiğinde Elizabeth henüz 2,5 yaşındaydı. Ardından babası annesiyle evliliğini geçersiz saydırdı; bunun sonucunda Elizabeth’in tüm unvanları elinden alındı, gayri meşru ilan edildi ve saraydan uzaklaştırıldı. Kendisine ayrılan bir şatoda, maiyetiyle birlikte yaşamaya başladı. Gözden düşmüş ve dışlanmıştı. Babası, annesinin idamından yalnızca 11 gün sonra Katolik mezhebine bağlı olan Jane Seymour ile evlendi. Birkaç ay sonra ise Kraliçe Jane, kralın hasretini çektiği erkek varisi doğurdu; Edward’ı. Jane, gözünü iktidar hırsı bürümüş, güce ulaşmak için rakiplerini ezip geçmekte hiçbir sıkıntı çekmeyen diğer saray mensupları gibi değildi. Elizabeth’in ve Edward’ın doğumuyla ikinci plana düşen Catherine’in kızı Mary’nin saraydan uzak yaşamalarını istemedi. Oğlunun iki kardeşini de yeniden saraya aldırdı ve Elizabeth’in babasıyla arasını düzeltmesini sağladı.
Kelebek gibi uçar arı gibi sokarım! Ben, ben, Elizabet!
13 yaşında 4 dil öğrendi
Elizabeth’in yaşadığı dönemde Avrupa ülkelerinde de kadın fiziksel ve ruhsal olarak zayıf, erkeğe bağımlı ve muhtaç olarak görülüyordu ve toplumsal anlamda ikincil bir konuma sahipti. Ayrıca kız çocuklarının iyi bir eğitim almasına da pek önem verilmiyordu. Fakat Elizabeth 10-11 yaşlarındayken soylu aileler arasında kız çocuklarının da erkekler kadar iyi bir eğitim alması moda hâline gelmişti. Bu modaya uymayı seçen babası da ona etkileyici bir eğitim aldırdı. İngiltere’nin en ünlü âlimlerinden aldığı dersler sayesinde Elizabeth, 13 yaşına geldiğinde anadili İngilizce dışında Latince, İtalyanca, Fransızca ve Yunanca okuyup yazabiliyordu. Etrafında kitaplardan başını kaldırmayan, sessiz ve düşünceli bir kız çocuğu olarak tanındı.
Babası 1547’de öldükten sonra, kardeşi Edward henüz 9 yaşındayken tahta çıktı. Yaşı küçük olduğundan dayısı Edward Seymour, onun vekili olarak iktidara geçti.
Cinsel tacize uğradı
VIII. Henry, Kraliçe Jane’in ölümünden sonra Catherine Parr ile evlenmişti. Ölümüyle, dul eşi Parr, tahta çıkan Edward’ın amcası Thomas Seymour ile evlendi. Çift Chelsea’ye yerleşti ve Elizabeth’i yanlarına aldılar. Elizabeth’in Chelsea’deki şatoda üvey annesi ve eşiyle birlikte yaşadığı süre içinde Thomas Seymour tarafından taciz edildiğine dair bazı kanıtlar mevcuttur. Hatta bazı tarihçiler Elizabeth’in bu dönemde yaşadığı kötü tecrübeler nedeniyle hiç evlenmediği ve çocuk sahibi olmadığını söyler. Taciz suçlamaları altındaki amca Seymour, eşi Parr’ın ölümünden sonra Elizabeth’e evlenme teklif etmişti. 10 yaşına gelen Edward ise bunu kendisine karşı bir ihanet, bir komplo sayarak(?) Seymour’u tutuklattı ve henüz 14 yaşındaki Elizabeth’i sorgulattı. Dahası, suçlamasına temel oluşturacak hiçbir delil olmamasına karşın kardeşine hapis hayatı yaşattı.
Kardeşleri Mary ve Edward’ın sürekli baskıları altında, ölüm korkusuyla yaşadı
I. Edward, 14 yaşına geldiğinde kendisini ölüme götürecek bir hastalığa yakalandı. Ölümünden önce, babasının hayattayken onayladığı tahta çıkış sırasına (Edward, Mary, Elizabeth) aldırmayarak tahtını uzak kuzeni Lady Jane Grey’e bıraktı. Fakat saray meclisi onun bu isteğini yerine getirmedi ve 1553 yılında tahta, Aragonlu Catherine’in kızı Mary Tudor’u geçirdi. Mary, İngiltere’den Protestanlık mezhebini tümüyle silmeye kararlı, Roma Katolik Kilisesi’ne ve Papa’ya tüm kalbiyle bağlı bir Katolik’ti. Kendisiyle aynı amaçları paylaşan, Katolik dünyasının en güçlü siyasi lideri, İspanya Prensi II. Felipe ile evlendi. Bu evlilik, İngiltere halkı için hayırlı olmadı; çok sayıda Protestan, kâfir oldukları ve ruhlarının ancak yakılarak kurtarılabileceği inancıyla yanarak ölüme mahkûm edildi. Halk, kraliçelerine acımasızlığı ve gaddarlığının nişanesi olarak “Bloody Mary” (Kanlı Mary) lakabını taktı. Evet, o acılı kokteyle adını veren işte bu kanlı kraliçedir.
1554’de patlak veren ve ülkedeki Protestanların çıkardığı bir halk isyanı olan Wyatt Ayaklanması ise Mary’ye, Protestan inancına göre yetiştirilmiş Elizabeth’i isyancılara yardım ettiği gerekçesiyle ihanetle suçlama ve sorgulama fırsatı doğurdu. Sorgulama sonrasında Elizabeth, iki ay boyunca Londra Kulesi’nde hapis hayatı yaşadı. Onu, bulunduğu durumdan kurtaran ise kardeşinin kocası II. Felipe oldu. II. Felipe, karısını kardeşinin canını bağışlaması konusunda ikna etti. Mary, Elizabeth’i Kuleden Woodstock’a gönderdi ve burada bir yıl boyunca ev hapsinde yaşamasına karar verdi. Sarayda onun idam edilmesini isteyen o kadar çok kişi vardı ki, hayatı bağışlandığı için kendisini şanslı saymış olmalıdır.
Katolik Mary Tudor, aynı babası gibi bir çocuk, bir erkek varis sahibi olma özlemiyle yanıp tutuşuyor fakat bir türlü hamile kalamıyordu. İlerleyen yaşlarında birden karnı şişmeye başladı. İlerleyen günlerde 9 aylık hamile bir kadın görünümüne büründüğünde, kardeşi Elizabeth’i tahtın yasal varisinin doğumuna tanık olması için 1555 Nisan’ında saraya çağırdı. Doğum bir türlü gerçekleşmeyince Mary sarayın doktorları tarafından muayene edildi. Sonuç korkunçtu: Hamile değildi ve karnında büyüyen şey kötü huylu bir tümördü. Hayal kırıklığına uğrayan Mary, çocuk özlemiyle birlikte kocasını da yitirdi. II. Felipe, İspanya’ya döndü.
Elizabeth, 1558’de kardeşinin ölümcül hasta olduğunun anlaşılması ardından kendi hükümetini kurma çalışmalarına başladı. Öleceğini anlayan Mary ise saray meclisinin çabalarıyla kardeşini yasal varisi olarak tanıdı. Mary’nin aynı yıl ölümünün hemen ardından, 17 Kasım 1558’de konsil kararıyla Elizabeth tahta geçirildi. Kraliçe tacını giydiğinde, henüz 25 yaşındaydı.
Hiç evlenmedi: “Benim bir efendim olmayacak!”
Kraliçe olur olmaz yaptığı ilk şey, babasının başlattığı girişimi tamamlamak ve İngiliz Protestan Kilisesi’nin kurulmasını sağlamak oldu; kendisi de kilisenin başı oldu. Avrupa’nın dört bir yanından evlilik teklifleri yağmaya başladı. Buna eniştesi II. Felipe de dâhildi. II. Felipe, onunla evlenerek İngiltere tahtının mutlak sahibi olmak arzusundaydı. Fakat o İngiliz Parlamentosu’nun ısrarlarına karşın hayatı boyunca hiç evlenmedi. Bu tavrını şu sözlerle açıkladığı yazılmıştır: “I shall have no master.” Yani, “Benim bir efendim olmayacak!” Elizabeth, her ne kadar soy bağı nedeniyle ülkenin başına geçme hakkına sahipse de evlendiği anda iktidarın doğrudan kocasına devredileceğini çok iyi biliyordu. Ülkesi için gerçekleştirmek istediği büyük hayalleri vardı ve bunun önüne kimsenin geçmesini istemiyordu. Gerçi 5 yıl boyunca gönül ilişkisi yaşadığı Lord Robert Dudley ile evlenmek istediği de söylenmiştir fakat bu evlilik asla gerçekleşmedi.
Ülke yönetimindeki ılımlılığı ve hoşgörülü tavrı, saray meclisi üyeleri ve danışmanları tarafından hiçbir zaman desteklenmedi; buna rağmen bu tavrını korudu. Uluslararası ilişkileri tedbirli bir şekilde yürüttü. Hollanda, Fransa ve İrlanda’da verilen bazı basit savaşları gönülsüz bir şekilde destekledi. Tahta çıktığı sıralarda en ciddi tehdit, Roma Katolik dünyasından gelen tehditti. Roma Katolik Kilisesi, Avrupa genelinde yayılmakta olan ve ilk ulusal kilisesine İngiltere’de kavuşan Protestan mezhebine karşı savaş açmış, Elizabeth’in babası VIII. Henry döneminden itibaren ülkedeki Katoliklerin ayaklanmalarının maddi ve manevi destekçisi olmuştu. İngiltere, Roma kadar zengin değildi. Babasının Roma’dan ayrılma kararı sonucunda Avrupa genelinde müttefik bulmakta çok zorluk çekiliyordu. İngiltere, komşularından ihtiyaç duyduğu desteği bulamıyor, yalnızlaştırılıyordu. Elizabeth, kendisini öfkeye teslim etmedi ve iktidarını, elinde bulundurduğu gücü kendisinden öncekilerin yaptığı gibi zorbaca yöntemlerle kullanmadı; bunun yerine daha ılımlı, birleştirici ve sorunun kaynağına inen çözümler üretti. Onun emriyle 1559 yılında parlamento, Protestanlık mezhebine uygun fakat Katoliklerin de göz ardı edilmediği bir ulusal kilise kanunu üzerinde çalışmaya başladı.
İskoçya Kraliçesi Mary onun kuzeniydi ve Katolik’ti. Papa’nın yardımıyla 1569’da ülkesinde bir Katolik ayaklanması başlattı. Ayaklanma sürerken Papa, Elizabeth’in bir kâfir olduğunu ve bu sebeple de tebaasının ona itaat etmek zorunda olmadığını, ona itaat edenlerin aforoz edileceğini ilan eden bir bildiri yayınladı. Elizabeth için işler iyice zorlaşmıştı. Tüm Avrupa’da yalnızlaştırıldığı ve dışlandığı yetmiyormuş gibi Papa bu ülkeleri İngiltere’ye karşı kışkırtıyordu.
Armada’ya meydan okudu
Sonunda 1587 yılında Cadiz’de, İngiltere’yi işgal niyetiyle İspanyol savaş gemilerinden oluşan büyük bir filo toplandı. Akdeniz’de korsanlığın yaygın ama yasadışı olduğu bir dönemdi. Ülkesi, yalnızlaştırılan, dışlanan ve düşman ilan edilen Elizabeth, İngiliz korsanlarının en yeteneklileriyle diplomatik krize yol açmayacak gizlilikte bağlar kurmaya başladı. Francis Drake, bu yetenekli İngiliz korsanlarındandı ve kraliçe tarafından şövalyelikle ödüllendirildi. İşte Cadiz’de toplanan filoyu dağıtan da Drake’in adamları olmuştu. Fakat II. Felipe, bu bozgun sonrasında durulmadı. İngiltere’ye de hükmetmeye olmaya kararlıydı. Dönemin en büyük deniz gücü olan donanmasını yani Armada’yı topladı ve 12 Temmuz 1588’de İngiltere’ye doğru yelken açtırdı.
Dünyanın en büyük deniz gücünün İngiltere’yi işgal amacıyla yola çıkmış olması, başlı başına bir felaketti. Fakat savaş kaybedilirse felaketin boyutları tahmin edilemeyecek bir düzeye ulaşacak ve Avrupa haritası baştan çizilecekti. Papa’nın aforoz etmiş olduğu, azalmış olmakla birlikte Protestan Katolik çatışmalarının hâlâ yaşandığı, komşu ülkeler tarafından dışlanmış ve zengin bir hazinesi olmayan İngiltere bu sorunla nasıl başa çıkacaktı? Elizabeth’in gerçekten yaratıcı bir çözüm bulması ve ülkesini mümkün olan en az zararla bu savaştan galip çıkarması gerekiyordu. Avrupa’nın yasaları ondan yana olmayınca o da yasa dışı yollardan yararlanmaya karar verdi, İngiliz korsanlarından. Uzun yıllar açık denizlerde yaşamış, pek çok deniz savaşından galip çıkmış, yağma ve saldırı yoluyla zenginleşmiş “yetenekli” korsanları saraya toplayarak yardımlarını istedi. Korsanlar bu talebi memnuniyetle kabul etti.
Tilbury Konuşması
Savaş, denizde ve karada gerçekleşecekti. İngiltere’nin coğrafi ve stratejik olarak kritik bir noktasında bulunan Tilbury’deki kont, savaşa hazırlanan askeri birliklerine cesaret vermesi için Kraliçe’yi topraklarına davet etti. Elizabeth, hiç tereddüt etmeden beraberindeki soylular ve savaşçılarla birlikte yola çıktı. Tilbury’ye vardığında, savaşa giden erkeklerin giydiğine benzer beyaz kadifeden bir elbise giydi ve gümüş zırhını kuşandı. Birliklere hitap edeceği noktaya doğru yola çıkmadan önce onu korumakla görevli lordlara geride kalmalarını emretti. Geleneklerin aksine hareket ederek, askerlerle yanında hiçbir koruma olmaksızın ve çok yakın mesafeden konuşmak istiyordu. Tarihe “Tilbury Konuşması” olarak geçen bu hitapta Elizabeth, İngiltere’nin umudu olan birliklere şunları söylemişti:
“Güvenliğimizi düşünen bazıları, [bana] hıyanet edilir korkusuyla, silahlı kitlelerin arasına girerken ihtiyatlı olmamız gerektiği konusunda bizi uyardı. Fakat sizi temin ederim ki ben, benim sadık ve değerli insanlarıma güvensizlik duyarak yaşamayı arzu etmiyorum. Bırakın tiranlar korksun! Tanrı’nın yardımıyla, en büyük gücümü ve himayemi daima tebaamın soylu kalplerinde ve iyi niyetlerinde aramakla en doğru şeyi yaptım. Ve bu nedenle, gördüğünüz gibi şu anda aranızdayım; eğlenmek ve dinlenmek için değil, kararlı bir şekilde, savaşın sıcağında ve orta yerinde, sizin aranızda yaşamak ve ölmek için; Tanrı’ya, krallığıma, insanlarıma, onuruma ve soyuma hizmet etmek için geldim. Biliyorum, zayıf ve çelimsiz bir kadının bedenine sahibim fakat bir kralın, bir İngiltere kralının yüreğine sahibim. Parma ya da İspanya’nın ya da Avrupa’daki herhangi bir kralın, krallığımın sınırlarına dayanma cüreti göstermelerinin fazlasıyla aşağılayıcı olduğunu düşünüyorum. Bizzat ben silah kuşanacağım, bizzat ben sizin generaliniz, yargıcınız ve savaş alanında gösterdiğiniz başarıların ödüllendiricisi olacağım. Gösterdiğiniz cesaret nedeniyle ödülleri ve taçları hak ettiğinizin zaten farkındayım ve sizi bir kralın verdiği sözle temin ederim ki, layıkıyla ödüllendirileceksiniz. Sizlerin başarıları sayesinde kısa süre içinde Tanrı’nın, krallığımın ve halkımın düşmanları karşısında muzaffer olacağız.”
Daha önce hiç alışık olmadıkları türde ve samimiyette bir konuşmaya şahit olan ve bu içten sözleri işiten askerler oldukça motive olmuş olmalıdır. Zira korsanlar, üzerlerine düşen görevi yerine getirip ateşe verdikleri gemilerini Armada üzerine sürerek 29 Temmuz 1588’de deniz savaşını kazandıktan sonra İspanyol donanmasından geri kalan gemiler İngiliz ve İrlanda kıyılarını yağmalayarak ülkelerine geri dönmeye başladılar. İşte Tilbury Konuşması’nın muhatabı olan bu askerler de İspanyol yağmalarını geri püskürterek kara savaşının kazanılmasını sağladılar. Armada Bozgunu, zenginliği ve saldırganlığıyla Avrupa’nın geri kalan kısmına o zamana kadar büyük zararlar veren, mezhep savaşlarını körükleyen ve diğer ülkelerin zenginliklerine göz koyan İspanyolları durdurdu. Avrupa, Elizabeth, korsanları ve askerleri sayesinde rahat bir nefes almış oldu. İngiltere, bu tarihten sonra sosyo-ekonomik anlamda bir şahlanma yaşadı. Elizabeth, henüz hayattayken efsaneleşti ve hayatını kaybettiği 1603’e kadar ülkesini yönetmeye devam etti. Kardeşi Mary’ye uygun görülen “kanlı” namının aksine Elizabeth, “İngiliz halkın annesi” olarak adlandırıldı. Bugün İngiliz halkı için yeri hâlâ apayrıdır.
Not: Cate Blanchette’in, Elizabeth’i harika bir yorumla aktardığı iki filmlik serinin linkleri aşağıda. Şiddetle tavsiye ediyorum, pek güzel.
http://www.imdb.com/title/tt0127536/
http://www.imdb.com/title/tt0414055/
- Kâbusa Dönüşen Oriflame Alışverişi
- Tıp Âleminin Deist Babası: Ebu Bekir er Razi