Tıp Âleminin Deist Babası: Ebu Bekir er Razi
Adamımıza kısaca Razî diyeceğiz. Tam adı Ebû Bekr Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî. 865 – 925 yılları arasında yaşamış, tıp ilmine Hipokrat ve Galen’den sonra en ciddi katkıları yapan adam kendisi ve deist.
(Deist: Yaratıcıya ve evreni, insanı, her şeyi yarattığına inanan ama dinlere, peygamberlere inanmayan kimse.)
İslâm tarihinde hekim-filozof tipinin en başarılı temsilcisi sayılıyor. Hâlbuki deist ama adam :)
İşte filozoflar, âlimler, bilim adamları yetiştikleri medeniyet dairesi çerçevesinde değerlendiriliyor. O nedenle İslam tarihine dâhil ediliyor Razi de tabii. Çok da garip değil.
“Arapların Galen’i” diye bahsedilecek kadar ciddi tıbbi çalışmaları var. Adını bile telaffuz edemediğim hastalıkları tespit etmiş kendisi.
Aslında hayata şiirler okuyup, ud çalıp şarkı söylemekle başlıyor. Sonra diyor ki “19 yaşıma geldim, artık bir altın bileziğim olsun” diyor.
Kimyaya ilgisinden kuyumcu olmak istiyor. Ne alaka demeyin, baya alakalı. Kendine bir laboratuvar kurup madenlerle uğraşmaya başlıyor.
Deneyleri abartıyor tabii, onu şunla bunu onla karıştırırsam n’olur diye coşarken, bir deney esnasında gözleri hasar alıyor çıkan dumandan.
Kendi kendisine tedavi yöntemleri araştırmaya başlıyor, bir bakıyor ki tıbba sarmış iyice. Tıp eğitimi almaya karar veriyor 30’larından sonra.
Evvelinde mantık, felsefe, matematik çalışmış, onları da ilerletiveriyor. Ortaya harika bir karışım olan filozof-hekim tipi çıkıveriyor.
Özellikle ahlak ve doğa felsefesinde öyle görüşleri var ki, namı yayılıyor. Kaynaklara göre en ciddi iddiası şu: Bir insan filozof olmadan hekim olamaz.
Razi’nin en belirgin özellikleri “sepet gibi kafası” olması ve öğrenmeye hiç doymayan yapısıymış. “Tanışmadığım âlim varsa mutsuzum” diyor.
İslam kaynakları Razi’nin ilmini asla reddetmemekle birlikte “yalnız kendisi biraz zındık ve mülhiddir” diyor. Kâfirden hallice bazı tanımlar bunlar. Kimse kafasını kesmemiş ama.
Razi’nin Din ve Dünya Görüşü
Kısaca şu: Allah’ın her insana verdiği aklın gücü ve adalet duygusuyla toplum düzenini sağlanır. Mutlu bir hayat için dinin, peygamberin rehberliğine gerek yoktur. Herkes zaten yaratılıştan neyin iyi neyin kötü olduğunu bilir.
Bir yaratıcı olduğuna inanıyor ama evren onun iradesiyle de oluşmuş olabilir, iradesi dışında da diyor. Yani Tanrı tüm kâinatı kendi iradesiyle de yaratmış olabilir, kâinatın oluşması için onun iradesine gerek kalmamış da olabilir. Belki sadece varlığı bile alemi var etmeye yetmiş olabilir, diyor. Boşluk ve mutlak zamanın da evrenin var oluşunda yeri ve önemi olduğunu söylüyor.
Ona göre ilahi mucize denen şeyler, kehanetler kadar anlamsızdır ve Kuran, bir bütün olarak şiir sanatının üst düzey bir icrasıdır.
Razi’nin Ahlak Felsefesi
Dindar olmayan insanların ahlaklı da olamayacağına dair bugünkü görüşlere karşı adeta 9. Yüzyıldan seslenerek “Dinle imanla ahlakın ne alakası var?” diyor.
Ahlakın dinden değil, akıl ve adalet duygusundan kaynaklandığını, insan davranışlarının, akla uygun olduğu ölçüde ahlaklı kabul edilebileceğini söylüyor. Ahlaklı insan, erdemli insandır ona göre yani. Akıl da akıl, iki lafının biri akıl adamın :)
Daha da önemlisi, ahlâkın, fizyolojik ve ruhsal ihtiyaçlarla doğrudan alakalı olduğunu düşünmesi. Bu ihtiyaçlarını karşılayamayan insanın ahlaklı olabileceğini düşünmüyor.
“Ekonomi çökerse ahlak da çöker” temalı modern sosyolojik kuramları bilenlerin iyice hoşuna gidebilir bu nokta.
Razi, hekimlerin ahlakına da ayrıca önem veriyor ki, bu anlamda da alanında ilk. Görüşlerini Ahlâku’t-tâbib (Hekimlerin Ahlakı) adlı eserine aktarıyor. Hekimin, hastalarına bir dost, bir arkadaş gibi yaklaşması gerektiğini, sıkıntılarının ruhi yönlerini keşfetmesi ve öncelikle onları gidermeye çalışmasını, ilaçla tedavinin ancak ikinci adım olması gerektiğini söylüyor. Önce psikiyatri sonra tıbbi tedavi lazım diyor yani. Ayrıca bilimin her daim ilerleyen bir şey olduğunu, tıbbın da mevcut bilgiyle her derde derman bulamayabileceğini, fakat hastaları, şarlatan büyücülerin eline de bırakmamak gerektiğini düşünüyor.
Razi’ye göre insan neden mutsuz olur?
Mutsuzluğun, insanın nefsi duygularına fazla kapılmasından, gerçekçi olmamasından, olanı olduğu gibi kabul edememesinden doğduğunu söylüyor.
Diyor ki mutsuz olmak istemiyorsan sevdiklerini kaybetmenin ve diğer tüm olumsuzlukların “doğal” ve “olabilir” olduğunu kabul et.
İnsanların gerçeklerden ve mutsuzluktan kaçmak için sürekli hazza yöneldiğini ama bunun doğal olmadığını, insanın doğal dengesini bozduğunu söylüyor.
Ortaçağ’ın bir diğer ünlü hekimi İbni Buhtuşi gibi Razi de aşkı bir hastalık olarak kabul ediyor. Hele de amacı kendini yetiştirerek erdemli bir filozofa dönüşmek olan insanın aşkla meşkle hiç işi olmaması gerektiğini önemle vurguluyor. Ama ilginç bir şekilde “Karasevda irade dışıdır, hor görmemek lazım” diyor.
Ek not: Ortaçağ boyunca karşılıksız aşka tutulup acı çeken insanlara hasta gözüyle bakılmış, merhamet edilmiş ve tedavi edilmeleri için çeşit çeşit yöntemler denenmiştir. Çoğu hekimin ekseri görüşü, özellikle platonik aşka yönelik olarak bunun bir ruhsal hastalık olduğudur. Bu nedenle hor görmezler, acırlar ve tedavi etmeye uğraşırlar.
Razi’nin Din Sosyolojisi Hakkındaki Görüşleri
Tarihteki tüm savaşların din farklılığından yaşandığını, insanlığı kurtarma iddiasındaki peygamberlerin de bunu körüklediğini söylüyor.
Toplumların, iktidarların türlü çeşit uğraşları, gösterişli ayinler ve geleneğe saygı nedeniyle dindar olduklarına inanıyor. İktidarın emrindeki bilginlerin temel işlevinin, halkı dindarlaştırmak ve bu yolla onlara boyun eğdirmek olduğunu düşünüyor.
Razi’nin kendi dönemindeki ortalama Müslüman hakkındaki görüşleri de şöyle. İnsan gerçekten hayret ediyor.
Kısaca diyor ki, Müslümanlara neye neden inandığını sorduğunuzda akıl yürüterek cevap veremiyorlar, öfkeleniyorlar, tepeleri atıyor. Başımıza ne geliyorsa işte bu akıl yürütememe belasından geliyor, diyor.
Deist Razi’nin Kimse Kafasını Kesmemiş mi?
Valla kesmemiş. Aksine el üstünde tutulmuş. “Vatan haini” filan da dememişler hiç. Bunda tıbbın herkese, özellikle de ağalara beylere lazım olduğu gerçeğinin elbette payı vardır. Fakat Razi, döneminin yegâne hekimi değildi. Onu rahatça asıp dini bütün diğer hekimlerle yola devam edebilirdi Samani Devleti’nin Rey Valisi. Fakat o hiç önemsememiş Razi ona mı inanıyor buna mı inanıyor. Razi’yi maddi manevi destekleyip yeni eserler yazmasına ön ayak olmuş. 200’den fazla eser bırakmış Razi tıptan felsefeye, mantıktan kimyaya kadar. Öte yandan, bana ilginç gelen, Razi’nin mantık, felsefe eserlerinin çoğu bugüne kalmamış, onu alıntılayan diğer âlimlerden öğreniyoruz görüşlerini. Fakat tıp eserlerinin çoğu, tastamam bugüne ulaşmış. Latince çevirileri bile var 16. yüzyıldan kalan.
İşte böyle. Razi’yi unutmayın.
Princeton Üniversitesi unutmamış, bir binasına temsili mozaiğini yaptırmış.
Peki, kendisini unutmayan ülke kim? Dinsizliğine rağmen hem de? İran. Bu da pulu.
- İngiltere Kraliçesi I.Elizabeth
- Gittikçe Manyaklaşan Toplumda Kendimizi Savunmak