Ah Mine’l-Aşk – III

Aşk Acısının Kaynağı ve Sebepleri

Var oluşumuzu anlamlandıran ve taçlandıran bir hediye olarak görüyoruz aşkı o halde. Yokluğunda nasıl ve neden acı çektiğimiz sorusunu, bu çıkarım temelde yanıtlıyor. Juan-David Nasio da The Book of Love and Pain’de aşk acısını, “egonun koruyucu zarfı” olan bedendeki yaradan değil, seven kişi ve sevdiği nesne arasındaki o güçlü bağda oluşan yaradan kaynaklanan bir duygu olarak tasvir ediyor. Aşk bağını koparan, egoyu bu acıya mahkûm eden nedir, sorusunu Freud tereddüt etmeden şöyle yanıtlıyor: Sevilen kişinin ya da onun sevgisinin kaybedilmesi. Nasio, bu cümleyi şöyle tamamlıyor: Bunların acımasızca ve geri dönülemeyecek şekilde kaybedilmesi. Aşk acısı,  egonun, şokun etkisindeyken verdiği savunmacı tepkiyi anlatan etki; ego kendini iyileştirmek için mücadele ediyor. Bu nedenle acı, bir tepki. Fakat acıya neden olan şey, aslında, sevilen kişinin kaybı değil, onu, tümüyle kaybetmiş olduğumuzu bildiğimiz halde, her zamankinden daha güçlü bir şekilde sevmeye devam etmemiz Nasio’ya göre; aşk acısı, artık dış dünyamızda var olmayan bir sevgiliye karşı içimizde beslediğimiz taşkın bir sevgi.

Sevme Yeteneksizliği

Gözlemlediğim kadarıyla aşk acısının, kendini sevmediği için başkasını da sevmeyi bilmeyen ve bu yeteneksizliğinin farkında olmayan insanlara âşık olmak gibi bir sebebi de var, diye düşünüyordum ki Aşkın Anatomisi imdadıma yetişti. Bu kitaptaki “Hastalık Derecesinde Sevgi İhtiyacı” adlı makalesinde psikolog Karen Horney, sevmeyi bilmemek diye tarif ettiğimiz şeyin bazı –ama yaygın- durumlarda sevme yeteneksizliği adını verdiği bir tür nevrotik bozukluk olduğuna dikkat çekiyor. Horney, “Bazı insanların en büyük istekleri sevilmek ve kabul görmektir; bunların bu isteklerinin tatmini için yapmayacakları şey yoktur” diyerek durumun ciddiyetine işaret ediyor. Anlaşıldığı kadarıyla bu yeteneksizlik derdinden muzdarip olanları ne kadar sevsek de yetinmiyorlar. Dahası, yeteneksizler, kendi açılarından son derece haklılar : “Çok az şey istemektedir; yani yalnız insanların kendisine şefkatli davranmalarını, öğüt vermelerini, onun kimsesiz, zararsız ve yalnız olduğunu, herkesi memnun etmek istediğini takdir etmelerini beklemektedir. Onun bütün gördüğü ve duyduğu budur.” Kimimizin de aşk acısı sandığı şeyin temelinde tam da bu yeteneksizliğimiz yatıyor; evet, farkında olmadan bu yeteneksizliğe sahip olan asıl siz olabilirsiniz, aşk acınızın temelinde belki kendi yeteneksizliğiniz yatıyordur. Çünkü : “Nevrotik insan, kendisi bilmediği halde, sevme melekesinden yoksundur ve buna rağmen başkalarının sevgisine çok ihtiyacı vardır. Kendisinin duyarlılığının, birikmiş düşmanlıklarının, kesin isteklerinin ilişkilerine ne derece müdahale ettiğini görememektedir. Sonunda başkalarının kabahatli ve düşüncesiz, kötü, vefasız olduklarını ya da anlayamadığı bir nedenle kendisinin sevilen bir insan olma yeteneğine sahip bulunmadığını düşünür. Böylece bir sevgi düşünü kovalar durur.”

 

Acısız Bir Hayat

Aşk acısını tattınız.  Doğal olarak, bir daha asla tatmak istemiyorsunuz. Bunun için ne yapmanız gerekiyor? Bilimde her şeyin çaresi var! İster bir psikologa gidip “romantik çekim şifrelerinizi” çözmeye çalışın, isterseniz ya da daha öncesinde, Pines’in kitabına başvurun. O, kime âşık olacağımızı mantıktan çok bilinçdışı kuvvetlerin belirlediğini ve tam da bu nedenle aşkın gözünün kör olmadığını, aşkın tesadüfî bir şekilde gerçekleşmediğini söylüyor.  Yaşadığımız hayal kırıklıklarının ve aşk acısının köklerini çocukluk travmalarımızda arıyor. Üstelik “çocukluktaki travma ne kadar ciddiyse aşk o kadar tutkulu ve saplantılı oluyor.” Çoğunlukla yanlış seçimlerden kaynaklanan aşk acılarının yeniden yaşanmasını önlemek için bize o seçimleri yaptıran travmaları keşfedip bunlardan kurtulmanız gerekiyor. Ancak bu şekilde yeni ve daha doyurucu bir ilişkiye hazır hale gelebiliyoruz. Öyleyse herkese, sorunlarıyla yüzleşerek acılarından kurtulmasını ve Erich Fromm’un “Üretici Sevgi”sini deneyimlemesini diliyoruz:

Eğer tek bir insanı seviyorsam ve bu insana karşı duyduğum sevgi beni öteki insanlardan uzaklaştırıyorsa –bu insana birçok bakımlardan bağlı olduğum halde- onu sevmiyorum demektir. Seni seviyorum diyebiliyorsam, bu, ‘Sende bütün insanlığı, bir anlamda canlı olan her şeyi ve de yine sende kendimi seviyorum’ demektir. Bu anlamda kendini sevme bencilliğin karşıtıdır. Bencillik gerçekte kendini sevememeden doğan ve bunu örten açgözlü bir ilgidir. Oysa sevgi, bir an için, bütün bireyselliğin yok olduğuna inandıracak kadar beni sevilen insanla bir yapmasına rağmen daha güçlü ve mutlu kıldığı için bağımsızlaştırır.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.